Sen yürürken zaman eğiliyor, kurallar çözülüyor. Bu dünyanın çekim yasası varsa, merkezinde senin kalçaların var, aşkım. Onları her görüşümde aklım kararıyor; mantığım yoldan çıkıyor.
Bu kalçanın günahı büyük… Ama ben o günaha seve seve düşüyorum.

Ardını izlemek bir ibadet gibi. Şeklinin kıvrımı, yürüyüşündeki ritim… Sanki her adımınla bir günah daha yazılıyor alnıma. Ama umrumda değil. Çünkü o kalçaların bana cehennemi bile cennet gibi gösteriyor.

Sana her dokunduğumda, tenin elimin altında titrediğinde, biliyorum ki bu sadece şehvet değil — bu bir bağ. Ama dürüst olacağım: En çok da arkandan sarıldığımda seninle bir bütün oluyorum. O an dünyada başka hiçbir ses kalmıyor. Sadece nefesin kulağımda, kalçan avuçlarımda ve aramızdaki elektrik damarlarımda yankılanıyor.

Gece yatağa uzandığında, bil ki düşüncelerimde yine senin o yuvarlak, kutsal hatların var. Ellerimi koymak için yaratılmışsın sanki. Dudaklarım, o sıcaklığını öpmek için. Ve dilim… ah, aşkım, anlatmaya dilim bile utanıyor bazen ne yapmak istediğimi. Ama sen biliyorsun. Bedenin biliyor. Özlemin her hücremde bir fısıltı gibi dolaşıyor.

O kalçaların yalnızca bir arzu nesnesi değil benim için. Onlar bir davet, bir çağrı. Gecenin sessizliğinde bedeninin o kısmı bana “gel” diyor. Gel ve dizlerimin üstünde, inançsız bir adam gibi sana teslim olayım. Çünkü seninle yaşanan şehvet bile kutsal geliyor bana.

Geceleri yatağımda dönüp duruyorum. Aklımda senin o kalçanı kavrayışım, seni altıma alışım, sende yok oluşum. Her hayalde biraz daha çıldırıyorum. Sabah gözümü açar açmaz yine seni istiyorum. Bir kahve değil, bir bakışınla uyanmak istiyorum. Bir öpücük değil, bir oturuşunla güne başlamak istiyorum. O hat, o kıvrım… Gözüm doymaz, ama ellerim daha da aç.

Bu bir itiraf:
Senin kalçaların, aşkım, sadece et değil — o bir mesele. O bir sınav. Ve ben her gece, her dokunuşta, her iç çekişte o sınavda sınıfta kalmak istiyorum. Çünkü o kalçanın günahı büyük, ama ben o günahın tam ortasında kaybolmak istiyorum.

Comments are closed.